Democritos
M.Ö. 400’lü yıllarda atomu şu sözlerle ifade etmişti; bir elmayı alın ve bir
bıçakla ikiye bölün, böldüğünüz yarımlardan birisini alın ve tekrar ikiye
bölün. Bölme işlemine bu şekilde devam ederken en sonunda o kadar küçük bir
parçaya ulaşacaksınız ki bu parça bölünemeyecektir. İşte bu bölünemeyen parçaya atom demiştir
Democritos.
Tabiî ki bilinen bu dönemde atom hızlıca kabul görmüş bir
kavram değildi. İnsanlar atomun varlığına inanmak için 2000 yıldan biraz daha fazla bir süre bekleyecekti. Ardından 1800’lü yıllarda John Dalton yaptığı deneylerle atoma
ilişkin ilk verileri elde edecekti. Tabi bunlar sadece atomun varlığına ilişkin
değil aynı zaman da elementler ve bileşiklerde atomların nasıl olduğu ile de
ilgiliydi (örn: Bir elementin bütün atomları aynı proton sayısına sahiptir.).
Artık atomla ilgili verilerin gerisi gelecekti tabiî ki.
Hatta Democrritos’tan o zamana kadar gelen atomun bölünemeyeceği yargısı da
değişmeye başlayacaktı. Çünkü John Joseph Thomson atomun bir alt parçacağı olan
elektronu keşfedecekti (1887). O, atomu küre şeklinde ve pozitif yüklü olarak
nitelendirirken, elektronları da bu küreye gömülü negatif tanecikler olarak
belirtti. Bu düşüncesini ise üzümlü kek ile örneklendirdi. Keki pozitif yüklü
atoma ve üzümleri de negatif yüklü elektronlara benzetti.
Henüz fazla bir zaman geçmedi ki Ernest
Rutherford, 1911’de güneş sistemine benzeyen atom modelini öne sürdü. Bu model
ise atom içindeki elektronların hareketini açıklayan bir modeldi. Tıpkı Güneş
sistemimizde olduğu gibi Güneş’i atomun merkezine ve elektronların hareketini
de Güneş in etrafında dönen gezegenlerin hareketlerine benzeterek açıkladı.
Burada atomun merkezinin (çekirdek) pozitif yüklü protonlardan oluştuğunu ve
çok küçük bir hacim kapladığını ifade etti. Atomun hacmininse büyük bir kısmını
elektronlar oluşturuyordu.
1913
yılında Niels Bohr kendi atom modeli ile ilgili görüşlerini öne sürerken bir
şeyin farkındaydı: o da Ernest Rutherford’un çekirdek etrafında dönen
elektronların hareketine ilişkin eksik olan kısımlar. En çok göze çarpan
eksikliklerden biri ise Rutherford’un ifade ettiği modelde, elektronlar ivmeli
hareket yapmaktadır. Bohr yaptığı hesaplarda ivmeli hareket ile elektronların
enerji kaybedeceklerini ve en sonunda çekirdeğe düşeceğini görmüştü. Fakat
gerçekte durum böyle değildir elbette, atom kararlılığını koruyan bir yapıya
sahiptir.
Bu nedenle Rutherford’un atom
modeline bazı eklemeler yaptı. Elektronların çekirdek etrafında rastgele
dairesel yörüngelerde değil belirli enerji seviyelerine sahip dairesel yörüngelerde
bulunabileceğini açıkladı ve bahsettiği bu enerji seviyeleri ile ilgili
açıklamalarda bulundu.
Bohr’ a
göre çekirdeğe en yakın enerji seviyesinde dairesel harekette bulunan elektron kararlıdır
ve ışık yaymaz. Elektrona yeterli enerji verilirse, elektron bulunduğu enerji
seviyesinden daha yüksek bir enerji seviyesine sıçrar. Fakat sonuçta bu durumda
atom kararsız yapıya ulaşıcaktır. Bu nedenle atom kararlı hale gelmez yani eski
haline dönmek işin de almış olduğu enerji kadar enerjiyi ışın taneciği (foton) şeklinde fırlatır. Atom bu şekilde
ışıma yapar.

Ancak
de-Broglie’ye göre bu da eksikleri olan bir açıklamaydı. Çünkü bilinen zamanda
ışığın artık sadece dalga değil aynı zamanda parçacık yapısına da sahip olduğu
da biliniyordu. De-Broglie’de parçacık olarak değerlendirilen elektronlara bir
sanal dalganın eşlik edebileceğini düşündü. Buna ek olarak da farklı elektron
yörüngelerinin çekirdeğin etrafında kapalı dalga halkaları oluşturduğu ifade etti.
Günümüz
modern atom modeline yaklaşırken bir bilim insanına daha değinmeden olmaz. Born
Heisenberg; Almanya’lı kuramsal fizikçi. Yaptığı belirsizlik, olasılık ve
istatistiki hesaplar sonucunda bir elektronun uzaydaki yerinin yaklaşık olarak
hesaplamanın mümkün olacağını dile getirdi. Böylece elektronun uzayın bir
noktasında bulunma ihtimalinin hesaplanabileceğini göstermiş oldu (1927).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.