Evrim bugün pek çok alanda kullanılan bir terim olmuştur. Ekonominin evrimi, astronominin evrimi, politikanın evrimi gibi pek çok alana yayılmıştır.
Biyolojik evrim ise canlı türlerinin nesilden nesile kalıtsal değişime uğrayarak ilk halinden farklı özellikler kazanmasıdır. Biyolojik evrim denildiği zaman ise birçoğumuzun aklına gelen ilk isim büyük olasılıkla Charles Darwin’dir. Evrim konusunu onunla özdeşleştirmiş bulunmaktayız. Fakat evrim ile ilgili görüşlerin ileri sürülmesi tabi ki de ilk olarak Darwin ile başlamadı. Çok daha öncesinde M.Ö. 6. yüzyılda yaşayan İyonyalı filozoflar evrimden söz etmişlerdir. Thales, Anaksimandros, Herakleitos, Aristotales, gibi pek çok düşünür canlılığın oluşumu ve gelişimi üzerine düşünmüş ve fikirlerini ortaya atmışlardır. Örneğin Thales tüm nesneler ve canlıların sudan oluştuğunu düşünmekteydi. Anaximander, canlıların kaynağının deniz olduğunu ve balık olan atalarımızdan evreleşerek bugünkü formumuza ulaştık demekteydi.
Biyolojik evrim ise canlı türlerinin nesilden nesile kalıtsal değişime uğrayarak ilk halinden farklı özellikler kazanmasıdır. Biyolojik evrim denildiği zaman ise birçoğumuzun aklına gelen ilk isim büyük olasılıkla Charles Darwin’dir. Evrim konusunu onunla özdeşleştirmiş bulunmaktayız. Fakat evrim ile ilgili görüşlerin ileri sürülmesi tabi ki de ilk olarak Darwin ile başlamadı. Çok daha öncesinde M.Ö. 6. yüzyılda yaşayan İyonyalı filozoflar evrimden söz etmişlerdir. Thales, Anaksimandros, Herakleitos, Aristotales, gibi pek çok düşünür canlılığın oluşumu ve gelişimi üzerine düşünmüş ve fikirlerini ortaya atmışlardır. Örneğin Thales tüm nesneler ve canlıların sudan oluştuğunu düşünmekteydi. Anaximander, canlıların kaynağının deniz olduğunu ve balık olan atalarımızdan evreleşerek bugünkü formumuza ulaştık demekteydi.
Aristotales’da evrim düşüncesi daha belirgindi. Görüşlerinde
ise ilginç noktalar vardı: Organizmaların basitten karmaşığa doğru geliştiğini,
canlıların ilkel düzeyde kendiliğinden oluştuğunu, canlılarda organizmaların
ihtiyaca göre oluştuğu gibi.
Bu düşünceler elbette Ortaçağ teolojisinde kabul göremez
türdendi. Tüm gerçek kutsal kitaptaydı ve evrim düşüncesi sapıklıktan ibaretti.
Fakat Aydınlanma Çağı beraberinde özgür düşünceyi de getirdi.
Bir Fransız doğa bilimcisi olan Buffon fosil ve diğer kanıtlara dayanarak canlı
türlerin evrimle oluştuğu görüşüne ulaşmıştı. Fakat bu düşüncesiyle kilisenin
tepkisini de üzerine çekmişti. Bu nedenle de sözlerini geri aldığını açıklayarak
sessizliğe gömüldü.
Evrim teorisine destek sağlayan bir başka girişim de modern
sınıflandırma yöntemine ilişkin çalışması ile Linnaeus’tan geldi.
Charles Darwin’in dedesi Erasmus Darwin canlıların yaşam
döngüleri ile edindikleri beceri veya özelliklerin yeni kuşaklara
aktarılmasıyla evrimleştiği görüşündeydi.
Fransız doğa bilimci Lamark, Erasmus Darwin’in görüşünü
geliştirerek oldukça tutarlı bir kuram ortaya attı. Canlıların yaşam
döngülerinde kazandıkları özelliklerin ya da uğradıkları değişikliklerin
kalıtsal yoldan yeni kuşaklara geçtiğini açıkladı. Bu değişiklerin ise çevre
koşullarının etkisiyle olabileceği gibi, organların kullanış veya
kullanışsızlığı nedeniyle de olabileceğini belirtti. Lamarck, çevredeki yavaş değişikliklerin
canlılarda yeni ihtiyaçlar doğurduğunu, bu ihtiyaçlar sonucunda canlıların
hareketlerinin bedenlerinde değişiklikler oluşturduğunu ve bu değişikliklerin
sonraki nesillere aktarıldığını söyledi: Kullanılan organlar sinirsel sıvıdan
daha çok faydalanıp gelişiyor, buna karşın kullanılmayan organlar köreliyordu.
Bilinen en ünlü örneğe göre zürafaların boyunları yüksek dallardaki yaprakları
yiyebilmek için uğraşmaları sonucunda uzamıştır ve bu özellik sonraki nesillere
aktarılıp türün özelliği olmuştur. Ancak Lamark’ın bu görüşü bilinen kimi
evrensel verilere ters düştüğünden bir türlü benimsenememişti.
Darwin’in kuramının iki temel ilkesi vardır. Biricisi
canlıların Dünya’da, yeni türlerin oluşumuna yol açan sürekli ama yavaş giden
değişimi. İkincisi ise olumsuz koşullara dayanabilen canlıların yaşamlarını
sürdürebilmelerine olanak tanıyan doğal seçilimdir. Birinci nokta, türlerin
sabitliği varsayımını içeren yerleşik öğeye ters düşmekteydi. İkinci nokta,
evrimin, tüm ereksel görünümüne karşın salt mekanik terimlerle
açıklanabileceğini göstermekteydi.
Darwin’in kuramının dayandığı üç olgu vardır. İlki, üreme biçimleri ne olursa olsun, canlıların geometrik
diziyle çoğalma eğilimidir. İkinci olgu, bu eğilime karşın türlerde nüfusun
aşağı yukarı sabit kaldığıdır. Darwin bu iki olgudan “yaşam savaşımı” ilkesine
ulaşır. Üçüncü olgu canlıların az ya da çok belirgin farklılıklar sergilemesidir.
Yasam savaşımı ilkesiyle birleşen bu olgu, Darwin’e temel ilkesi olan doğal
seçilim kavramını sunar. Belli bir çevreden farklı özellikler taşıyan
bireyler arasında yaşam savaşı varsa, doğal koşullara uyum bakımından,
özelliklerce üstünlük sağlayan bireylerin (türlerin) egemenlik kurması,
diğerlerinin elenmesi kaçınılmazdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.